Ben ve Tanrı (Bölüm.3)

Published from Blogger Prime Android App

Ben ve Tanrı
Çeviren: İlknur Tuzcu

(Ben ve Tanrı, olay ve durumların gerçek dünyadan alınıp yalnızca karakterlerin hayali olduğu bir romandır. Öyle bir roman ki sizi önce bilinmezlerin denizine götürüp sonra  yapbozun tamamlanmamış parçalarını çözecek.
Roman, düşüncenin sütunlarını yerden göğe kadar sallayacak. Aşk, tutku, barış ve isyan duygularıyla sizi bambaşka bir dünyaya götürecek. Sizi düşünmeye değil harekete geçmeye zorlayacak. İçinde bazı acı sözler duymak zorunda kalacaksınız fakat romanın sonunda her şey açığa kavuşacak. Eleştiri yapabilirsiniz ancak ben meseleyi açığa kavuşturmadan hüküm vermeyin. Paylaşabildiğiniz kadar paylaşabilirsiniz yalnız emeğimi çalarak değil beni destekleyip teşvik ederek.)

3. BÖLÜM

(1.SAHNE)

Keşke bunlar daha önce cevaplanmış sorular olsaydı da başka sorulara gerek bırakmasaydı. Fakat bu sorulara cevap bulmak öyle kolay iş değildi. Tanrı’ya inandığı zamanları hatırladı. Bir gün Facebook’ta okuduğu bir gönderiyle inancının temelleri birden sallanmıştı. Ne yazık ki inancı, basit bir soruyla sarsılacak kadar zayıftı. İki seçeneği vardı; ya dini görüşleri kabul edecek ya da rasyonel argümanlar oluşturacaktı. Üçüncü bir seçenek daha vardı, hiç gitmek istemediği ki o da ateist olup Tanrı’nın varlığını toptan reddetmekti. Hangi dini argümanı kabul edecekti? Bütünleyici bir görüş yoktu, her görüş farklı bir yönden yaklaşmıştı Tanrı’ya. Kafası karıştı. Bu soruları arkadaşlarına ve akrabasına sorduğu o günü ve verdikleri cevabı hala hatırlıyordu:
“Fatih, kes sesini! Senin aklın Tanrı’ya ermez.” 
Oysa onlara hep amacının aklını Tanrı’ya eriştirmek değil, Tanrı’nın varlığına aklını ikna etmek olduğunu açıklamıştı. 
Fatih, şimdi Tanrı’nın varlığını aklıyla kabullendiği için biraz tatmin olmuştu. Fakat hala bazı soruları vardı. 
Biraz temiz hava almak için dışarı çıktı. 
Pazarda ki bir otelde çay içiyordu. Birden dışarıda silah sesleri duydu. Endişeye kapılmıştı ki kısa süre sonra silah sesleri durdu. Durumu anlamak için dışarı çıktı. 
Yolda uzanmış iki ceset gördü, vurulmuşlardı.
Geri dönüp otelciye sordu “şu öldürülenler kim?”
“Birisi seçimleri kazanacağından emin bir yerel politikacıydı.”
“Diğeri peki?”
“Diğeri bu bölgenin en zenginlerinden biriydi.”
“Kim öldürdü onları?”
“Bayım, zengini güç hırsıyla öldürdüler. Diğeri de oğlu tarafından para hırsıyla öldürüldü. Ama kesin bir şey söyleyemem.”
“Allah rahmet eylesin.”
Fatih, park boyu yürüyerek otelden döndü, tüm bu olan kazayı düşünüyordu. Parkta bir banka oturdu ve manzarayı izlemeye başladı ve yine düşüncelere daldı: kainatta ki düzende hiçbir değişiklik olmuş muydu? Güneş hala gündüzü parlatıyor, ay da geceye hayat veriyordu. Zamanın çarkı dönüyordu. Tanrı birdi. İki veya daha fazla olsaydı güç savaşlarından düzen oluşmazdı. Her Tanrı kendi düzenini yaratır ve bu yaratıklar aralarında savaşırlardı ve açıktır ki her Tanrı kendi yarattığının en görünür olmasını ister..
Tanrı’nın bir oğlu olsaydı eğer, sistemi değiştirirdi. Güneşi gündüz yerine gece getirmeyi deneyebilirdi mesela. Fakat ne sistem değişti şimdiye dek, ne de evren dışı bilinmedik bir canlı keşfedildi. Bu da demek oluyor ki Tanrı’nın oğlu yok, o halde babası da yoktur. Zaten eğer Tanrı’nın oğlu veya babası olsa bunlar bir Tanrılar toplumunu oluşturur ve Tanrı’da bir yaratık olurdu. Oysa hiç mümkün müdür ki bir yaratığın yoktan başka bir yaratığı yaratması? Mümkün olsa insanoğlu şimdiye dek sayısız varlığın yaratıcısı olurdu. Herkesin Tanrı olduğu bir yerde ise yaratma kavramı kaybolurdu. Yaratma mefhumu bitince de kim Tanrı’yı Tanrı olarak çağırabilirdi ki?
Aklını fazla karıştırmana gerek yok. Basit bir dille anlamaya çalış. Herhangi bir şeyin icadın da derine inersen eğer, sahibini bilmekle yetineceksin, icat edenle değil çünkü insan aklı kimseyi nihai mucit olarak tanımaz. Mesela elindeki telefonun sahibi sensin fakat mucidi değilsin. Telefonunun markasını da tek mucit olarak göremezsin. Örneğin telefon ekranını şirket bir takım granüllerden yapmış olsun, peki bu granülleri kim yaptı?

(2.Sahne)

“Benim adım Akil. Senin ki nedir oğlum?”
“Akil Bey, benim adım Saad.”
“Bazı sorularım var bayım. Size sorabilir miyim?”
“Dinliyorum Saad oğlum”
“Bayım, neden Tanrı hep iyiyi ödüllendirir, kötüyü de kendi yaratmış olduğu halde?  Ne zaman bir kul günah işlese Şeytan onu ele geçirir. Bu Tanrı’nın gücünü zayıflatmaz mı? Yoksa Tanrı ve Şeytanın eşit güçleri mi var? Bazen Tanrı galip gelir, bazense Şeytan. Kim galip gelirse yapılan işin de sahibi olur. Ya da Tanrı ve Şeytan aynı varlığın iki farklı ismi midir? Veyahut tüm bunlar aklımızın bize oyunları mıdır?”
“Cevap çok basit aslında oğlum”
“O halde merakla cevabınızı dinliyorum.”
Akil Bey gülümsedi. “Benimle gel, sorularını cevaplayacağım.”
Beraber trenin kantinine geldiler, çaylarını yudumlarken Akil Bey konuşmaya başladı. 
“Trende olmak bir suç mudur?” “Hem evet hem hayır.”
“Eğer biletsiz seyahat ediyorsan evet, suçtur. Biletin varsa suç değildir. Şimdi iyi dinle oğul, ikimizde aynı yolculuğu yapıyoruz yine de yolculuğumuzu tamamen ortak sayamazsın. Çünkü senin yolculuğun yasalken benimki biletsiz olduğum için yasa dışı.”
“Bir örnekle basitleştireyim, Tanrı’nın yaratmada bir kanunu vardır. Kullarını bu kanuna uymalarına göre ödüllendirir.  Eğer bir kul, kanunun dışına çıkarsa cezayı hak eder tıpkı trenin kanunu gibi.”
“Her iki yolda Tanrı tarafından yapılmıştır. Fakat yolların biri yasalken diğeri yasa dışıdır.”
“Pakistan’ı Tanrı’nın ülkesi olarak farz et. Düşman bir ülkeyi de Şeytan’ın ülkesi olarak düşün. Diyelim ki Tanrı’nın ülkesinde suç oranları yükseldi, Şeytan’ın ülkesinin vatandaşlarının, Tanrı’nın ülkesindeki vatandaşlar üzerinde hakim olduğunu söyleyebilir miydin?”
Saad “Evet, sanırım öyle derdim.”
Akil Bey bir kahkaha attı ve “Oğlum, bence asıl suçlaman gereken Tanrı’nın ülkesinde ki kanunlara karşı gelip para ve güç hırsıyla Şeytan’ın ideolojisi için çalışan hainlerdir. Bu hainlerin kötü işlerinden dolayı Şeytan’ın krallığının egemen olduğunu söyleyemeyiz çünkü Tanrı’nın krallığı hala yerindedir.”
“İşin güzel yanı ise Tanrı’nın yarattıklarına hür irade vermiş olmasıdır. Tanrı’nın verdiği seçme özgürlüğüyle ya onun yasalarına itaat edersin ya da ihanet edersin. Ödülü de, cezayı da kendin seçersin. Tüm bunlar kurallar ve limitler dahilinde olur ki buda bizim faydamızadır.”
“Aslında mesele gayet açık. İki yolun varış noktalarına göre belirlenmiş farklı isimleri var. Günah yoluna kötü, sevap yoluna ise iyi deriz. Bu yolun yolcuları da aynı şekilde iyiler ve kötüler olarak adlandırılır. Yolunu değiştirme, ismini değiştirme özgürlüğün ise hep vardır.”

(3.Sahne)

Selame ve Ömer şimdi bir pınarın kıyısında oturuyorlardı.
Selame, Ömer’e işaret ederek “Suyun kaynaktan nasıl aktığını görüyor musun? Eğer tam kaynağın başından içersen suyu, çok taze ve tatlı olacaktır. Gel, şimdi oraya gidelim.”
Selame, Ömer’i dağın başında ki suyun kaynağına getirdi ve içmesini istedi. Su buradan başlayıp dağın eteklerine doğru yayılıyordu. Ömer suyu içtikten sonra dönüp “su çok soğuk ve tatlı” dedi.
“Şimdi başka bir yere gidelim.” Şimdi Selame, Ömer’le kaynak suyunun dağın tuzuyla karışmış olduğu yerde duruyordu.  Selame Ömer’in oradan da su içmesini istedi. 
Ömer yüzünü ekşiterek “suyun tadı şimdi acı geldi.”
“Evet, Ömer şimdi dikkatlice dinle. Suyun şekli değişmedi, durumu da. İkisi de bir kaynaktan geliyor gibiydi farkıysa ancak içtiğin de anlıyorsun.”
“Bugün ki dersin gayet basit. Şimdi içtiğin binlerce tuzlu dağdan gelmiş yeryüzünün bir kaynağının suyu, sen tepesinden içtiğin için gerçek suyun o olduğunu düşündün. Şimdiyse şüphelerin başlayacak.  İlk içtiğin suyun da bir yerden gelmiş olması lazım çünkü , gerçek su o mudur yoksa o da karışmış mıdır?” 
“Tanrı’yı arayışta aynen böyledir. Beynin kaynak, düşüncelerinse kaynak suyuna benzer ve hiç biri orijinal yerinde değildir. Gerçek yerini bulman içinse tuz dağının gerisine gitmen gerekir. Ancak o zaman düşüncelerinin gerçekliğini hissedebilirsin. Gerçek yeri bulduğundaysa, suyun yönünü değiştirmen gerekir.”
“Bak, kendini ikiye bölsen ve bir yanın yeryüzünde, burada kalsa; diğeri gerçeği aramak için tuz dağının ötesine gitse, tuz dağından gelen suyun kaynağını durdurup onu yeryüzüne temiz bir şekilde ulaştırma yolunu bulursan, o zaman Tanrı’yı arama serüvenin başlayacak.”
“Fakat bunu yapmak kolay değildir oğul çünkü suyun yönünü değiştirdiğin zaman, su senin yeryüzünde ki dünyevi versiyonuna ulaşamayacak ve eğer uzun süre susuz kalırsa ölecek. Eğer dünyevi varoluşun ölürse de kalan yanında ölecek.”
“Bu yüzden oğul, önce temiz bir yol yap sonra suyun yönünü değiştir. Hatırla ki bu işte ne çok yavaş ne çok hızlı hareket edebilirsin.”
Ömer şaşkınlıkla Selame’nin yüzüne bakıyordu. Birden onun sesiyle zihnini toplayıp dikkat kesildi. Selame ona, son uyarısını tekrarlıyordu.
“Tekrar düşün! İstersen bu yola çıkabilirsin. Fakat eğer başlarsan, acele etmene veya geciktirmene gerek yok.”

(4.Sahne)

İki gün bir gecelik yolculuktan sonra varacağı yere gelmişti. Küçük bir kontrol noktasına geldiğinde mektubu gösterdi. Ona dinlenmesini söylediler ve sonra gözlerini bağlayıp eğitim merkezine götürdüler. Merkeze ulaştıklarında göz bağını çözdüler. Henüz etrafına bakamadan birden yüzüne bir yumruk yedi. Sonra başka birisi tarafından tekmelendi.
Dayanılmaz bir acıyla yerde yatıyordu, tek duyduğu ise birisinin gülerek söylediği sözlerdi. “Kartal birliğine hoş geldin.” Bundan sonra kendini uykunun kollarına bıraktı. 

(5.Sahne)

Halid, göz bağı çözüldüğünde kendini lüks ve geniş bir salonda, bir sandalyenin üzerinde buldu. Muhtemelen başka insanlar da vardı fakat karanlıktan kimseyi göremedi. Aniden bir ses yankılandı. “Hepiniz hoş geldiniz, şu anda dünyanın en iyi örgütünün bir parçası haline gelmek üzeresiniz. Öyle bir örgüt ki yalandan uzak, gerçeğe tapınır ve gerçeğin hakkı için savaşır. İlerleyen günlerde en iyi antrenörler tarafından eğitileceksiniz ve bu büyük görevin bir parçası olacaksınız. Şimdi odalarınıza gidebilirsiniz. İsmi çağrılan ayağa kalkıp kendisine gösterilen odasına geçsin.”
Uzun bir bekleyişten sonra ismi çağırıldı, odasına vardığında adeta büyülenmişti. Sadece hayalinde görebileceği muhteşem ve asil bir odaydı bu. 

(Devam edecek…)

Comments

  1. Roman çok güzel ve ilginç. Yazar ve Çevirmen'e teşekkür ederiz. bir sonraki bölüm ne zaman gelecek?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok teşekkür ederiz ilginiz için, en yakın zamanda yeni bölüm geliyor :)

      Delete
  2. Merhaba, iyi bir yazar olacağınıza inanarak tebriklerimi iletmek isterim. Kitap dikkat çekici ve düşünmeye teşvik edici fakat ben kitabın Tanrı'nın varlığının ispatı olarak mı ya da tam tersi bir düşünce ile mi yazıldığını ayırt edemedim.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Teşekkürler ilginiz ve iyi dilekleriniz için, sorunuzun cevabını okumaya devam ettikçe bulacağınızı düşünüyorum :)

      Delete
  3. Benzer diğer kitaplardaki gibi sadece Allah’ı okurlarına anlatmayan, bunun yanında Allah sevgisinin hayatlarını nasıl değiştirebileceğini gösteren, psikolojik olarak bir rahatlama sağlanmasına da olanak veren bu kitap son zamanların en fazla okunan kitaplarının başında olacak bir kitap, başarılarının devamını diliyorum.

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

Yo y Dios (Episodio 1)

Yo y Dios (Episodio 12)