Ben ve Tanrı (Bölüm.4)

Published from Blogger Prime Android App

BEN VE TANRI
Yazar: 
Taimoor Ajmal
Çeviren: 
Büşra Tekmil

(Ben ve Tanrı, olay ve durumların gerçek dünyadan alınıp yalnızca karakterlerin hayali olduğu bir romandır. Öyle bir roman ki sizi önce bilinmezlerin denizine götürüp sonra yapbozun tamamlanmamış parçalarını çözecek.
Roman, düşüncenin sütunlarını yerden göğe kadar sallayacak. Aşk, tutku, barış ve isyan duygularıyla sizi bambaşka bir dünyaya götürecek. Sizi düşünmeye değil harekete geçmeye zorlayacak. İçinde bazı acı sözler duymak zorunda kalacaksınız fakat romanın sonunda her şey açığa kavuşacak. Eleştiri yapabilirsiniz ancak ben meseleyi açığa kavuşturmadan hüküm vermeyin. Paylaşabildiğiniz kadar paylaşabilirsiniz yalnız emeğimi çalarak değil beni destekleyip teşvik ederek.)

BÖLÜM 4

(1.Sahne)


Her şey Allah'ın icadıdır, kendimizi tatmin ettiğimiz cevap budur. Ama bazı insanların tuhaf düşünceleri var. Garip sorular geçiyor zihinlerinden. Tamam soru sormak güzel ama her sorunun da bir cevabı var. Ancak cevap, sorunun ortaya atıldığı zamanda bulunmak zorunda değildir. Belki cevap hemen bulunur ama mantık ve delilden yoksundur. Hiçbir mantığı ve kanıtı olmayan bu tür cevaplar, aklı başında bir insanın kabul edebileceği şeyler değildir.

Bundan on asır öncesine gidelim, bana bir soru soruyorsun, "insan aya çıkabilir mii? Ben de "evet! İnsan aya çıkabilir "diyorum. Peki "nasıl?" diye soruyorsun, "Bilmiyorum ama insan aya çıkabilir" diyorum. Bu cevaptan sonra büyük ihtimal benim deli olduğumu düşünecek beni ya da cevabımı görmezden geleceksin.

Şimdi söyle bana, on asır önce verdiğim cevap yanlış mıydı? Hayır!, Sırf hiçbir delili ve mantığı olmadığı için, doğru olmadığını düşünürsün.

Bugün eski cevabım doğru kabul ediliyor çünkü artık mantık ve kanıttan oluşuyor.

Dolayısıyla burada şunu anlamak çok önemlidir, insan beyninin sadece düşük bir yüzdesi çalışır. Öyleyse insan bilgisi sınırlıdır peki nasıl olurda sınırlı bir şey sınırsız bir şey hakkında sorular sorabilir?

Sonsuz ve sınırsız ve olan kim?

Bilim; “ evren” diyor.

Bu sonsuz evrenin yaratıcısı kim?

- "Tanrı".(Allah)
Artık neyi sorgulayacağınızı anlayabiliyorsunuz.

Kafanızı daha fazla karıştırmayalım ve Tanrı konusuna dönelim.

Böylece Sikander mantık süzgecinden geçirerek bulduğu cevapları düşündü ve cevapları parmaklarıyla saymaya başladı.

1. Tanrı vardır
2. Tanrı birdir
3. Tanrı ne kimsenin babasıdır ne de kimsenin oğludur.
Şimdi aklına gelen soru şuydu: Tanrı görülebilir mi?

(2.Sahne)

Bir asker bir düşmanı öldürürse ödüllendirilir fakat bir düşman, askeri öldürür ve yakalanırsa cezalandırılır. Bak şimdi her ikisi de birbirini öldürüyor. Biri öldürdüğü için ödül, diğeri ceza alıyor. Biri yasal diğeri yasa dışı. Kendi ideolojilerine göre her ikisi de haklı fakat herkes ideolojisine göre savaşmaya başlarsa yeryüzündeki insanoğlunun sonu gelir.

O halde bu ideolojik savaşı durdurmak için bizi biz yapan gücün ideolojisine gitmek gerekiyor. Güç, asla zayıf olmayacak olandır. Zayıf olanlar güçlü değildir. Bu nedenle, gücün tanımı, sonsuza kadar kalan, yani gerçek olandır, o zaman geriye sadece Tanrı kalıyor. Demek ki gerçek güç Tanrı'dır. Ve insan, bilgeliği söz konusu olduğunda güçlüdür, çünkü bazen o(hikmet) kendi hükmünü de getirir. Ama bilgelik hala Tanrı'nın kontrolündedir.

Çünkü hikmet (akıl) duruma göre değişir. Ancak durum akıl doğrultusunda değişmez. Çünkü bu dünyada sayısız hikmet (akıl) vardır ve her zihnin ayrı bir ideolojisi vardır. Herkes durumu aynı şekilde görür (ölüm, fırtına vb.), bu durum bilgelik yardımı ile değiştirilemez, durumu ancak Tanrı değiştirebilir çünkü sadece güç ondadır. Güç tek eldeyken, sorunlar çıkmadığı için bu nihai karar kaçınılmazdır.

Ancak güç tek elde olmadığında, kuvvetli ve istikrarlı bir karar çıkmaz, her zaman bir sorun oluşur ve anlaşmazlık durumunda sistem çalışmaz. Fakat biz evrenin her zerresinin sistematik bir düzen içerisinde işlediğini kendi gözlerimizle görebiliriz.

Akil: Umarım soruna cevap verebilmişimdir. Belki cevabım kapsamlı ve kısa değildi ama net, şimdi sadece verdiğim cevaplara odaklan, böylece bir dahaki sefere herhangi bir cevaptan sonra kafana takılabilecek yeni soruları, ortaya çıktığı an yanıtlayabileceksin. Bak evlat, sorulara çok fazla kaptırma! En kısa sürede cevap almaya çalış .

Saad: haklısın, elbette.

Artık tren son istasyona ulaşmıştı. Aqil ve saad buluştuktan sonra gidecekleri yere doğru hareket ettiler. Saad şimdi çok mutluydu çünkü sorularına bir nebze de olsa yanıt bulabilmişti. Ama sorularının asıl amacı bu muydu? Hayır, çünkü sonsuz diye kast edilen (Tanrı) hakkında ortaya çıkan sorular nasıl sınırlı olabilirdi ki? O sonsuz kast (Tanrı) illaki bir yerlerde kuluna hitap etmiştir. Fakat yeryüzündeki her din, Tanrı'nın gerçek emirlerine sahip olduklarını söylerler. Ee şimdi Tanrıyı nerede bulacağız? Ama hayır, belki de Tanrı aranabilir. Bu düşünce aklına gelir gelmez, dünyanın yaygın dinlerinden bazılarında Tanrı'yı aramaya koyuldu. Artık uzun ve meşakkatli bir yolculuğa çıkmak üzereydi. Ve bu yolda bir rehbere ihtiyacı vardır.

(3.Sahne)

Ömer: Acele etmemi ve geç kalmamı yasaklamanı anlayamıyorum, fakat gecikmek iyidir aynı zamanda hayatın garantisi olmadığından, acele etmek de iyidir.

Selame: Gecikirseniz Allah'ı aramadan ölür, acele ederseniz şeytanın tuzaklarına düşersiniz. Artık hava kararıyor. Git ve dinlen. Sabah yine bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor
Ömer şimdi tahtadan yapılmış kulübesine gitti. Sürekli Saleema'yı düşünüyordu. Bu kadın kim? Burada tek başına nasıl yaşayabiliyordu? Hikayesi neydi? Böylesine iyi bir kadının sevgisine layık olabilen şanslı adam kimdi? Ancak bu kadar bilge olmasına rağmen, bu kadın nasıl kandırabildi? Ömer'ın kafası bu tür sorularla dolmuştu. Ama sabah Selame”ya bu soruları soracağını düşünerek kendini uyumaya ikna etmeye çalıştı.                                                                    

Ertesi sabah Selame, Ömer'ı yeni bir yolculuğa çıkardı

Selame: Ömer, aç olmalısın, o yüzden önce avlanacağız, sonra sana bugünkü dersini göstereceğim.

Ömer: Tabii, ama öncesinde seninle ilgili bazı sorularım var, sorabilir miyim?

Selame: hahaha! Ömer, zihnini bulandıracaksın. Şimdi İlk iş yolculuğunun amacını buluyorsun ve önce bu dünyayı geziyorsun daha sonra yeni dünyalara girebilirsin çünkü aynı anda iki dünyaya girmeye çalışırsan kafan karışır ve gideceğin yeri bulamazsın.

Ömer: Fakat bir soru , nasıl olurda bir dünyaya karşılık gelebilir?

Selame: Sorular dünyalara açılan kapılardır ve cevaplar da dünyanın tamamındadır, Cevabın olmadığı sürece kapının dışındasın demektir. Cevabı bulduğunda ise kapıda... İnsan doğası gereği her yeni girdiği dünyayı en küçük ayrıntısına kadar bilmek ister. Ve böylece merak denen labirente düşer. İşte burada; yolunu bulabilene bilge, tuzağa düşene de deli derler.    

Benimle ilgili merak ettiklerin neler biliyorum, sana cevap vereceğim ama seni kapıdan içeriye almayacağım. Ben dışarıya çıkıp cevaplayacağım.

Ömer: Bu mümkün mü?

Selame: evet, mümkün. Şu an sana yüzeysel cevaplar vereceğim, yani sözde cevaplar . Pek tatmin edici olmayacak ama lütfen şimdilik daha fazla soru sorma.

(4. Sahne)

Gözlerini açtığında bu kez kendini karanlık bir odada buldu. Tamamen iplerle bağlanmıştı. Odadaki pencereden loş bir ışık sızıyordu. Birden içeriye bir gaz yayılmaya başladı ve aynı anda odadaki hoparlörden bir ses geldi; "Genç adam, hayatını kurtarmak için sadece 10 dakikan var. Ellerine bağlanmış ipler zehirli. Direnirsen ipleri koparırsan elin kanar o zaman halattaki zehir kanına karışır ve sadece 3 dakikada ölürsün. Bununla ölmezsen zehirli gaz 10 dakikada öldürür seni. Hepsinden kurtulmayı başarsan bile pencereye yaklaşamayacaksın çünkü etrafına sarılmış zehirli yılanlar seni canlı bırakmaz ama yine de istersen kurtulabilirsin. Ancak kaçış yolunu kendin bulmalısın!

(5. Sahne)

Sorduğu tüm soruları ve şefin (Sardar) anlattığı görevleri unutacak kadar odanın renklerine dalmıştı. Yazık! Varlık(zenginlik) veya darlık(fakirlik) gördüğünde akıldan çıkabilecek görev bağlılığı ne kadar zayıftır.

Aslında zaten amaç da bu değildir. Sadece geçici bir delilik hali vardır. İnsan o an onu öfkeyle ifade eder, fakat konu ister cennet-cehennem, mutluluk ya da hüzün, ister de yükseliş veya düşüş olsun, asıl görevini unutmaz. Aksine attığı her adım, hangi yöne giderse gitsin, amacına ulaşmak içindir.

Ertesi sabah, söylendiği gibi, çok daha kalabalık bir odaya geldi. Az sonra odaya peşinden bir kişi girdi ve herkese şöyle seslenmeye başladı, “Aydınlar dünyasına hoş geldiniz, burada size insanın ne olduğunu, özgürlüğünün ne anlama geldiğini öğreteceğiz. Temel dersimizde üç şey ele alınacaktır;

1. Din
2. Ritüeller ve gelenekler
3. Toplum

“Önce onları anlayacağız ve aynı zamanda onları gücümüz olarak nasıl kullanacağımızı daha sonra da nasıl zayıflatacağımızı öğreneceğiz. Çünkü onlar bizim misyonumuz(görev) için hayatî önem taşıyor" dedi.

Halit: Peki görevimiz nedir?

(Devam edecek...)

Comments

Popular posts from this blog

Yo y Dios (Episodio 1)

Yo y Dios (Episodio 12)